12 Eylül 2009 Cumartesi

Serpentia Efsaneleri - 4

İlk Sınav...

Kral'ın gözleri karardı , kanının çekildiğini hissederken kılıcı elinden kayıp gitti. Kalın kalkanı ses çıkararak düştü. Kral başının geri kaydığını hissetti ve çok geçmeden yere kapaklandı...

***

Gözlerini açıp yavaşça doğruldu. Gözü kılıç ve kalkanını aradı , düştükleri yerde duruyorlardı. Onları almak için elini uzattı , tapınak'ta olmadığını fark etti , daha çok geniş bir ovaya benziyordu , yemyeşil çimenler yerleri süslüyor. Güneş'in hüküm sürdüğü gökyüzü umudunu tazeliyordu. Kılıcını kınına yerleştirip kalkanını sırtına astı. Bir elini çime sabitleyip kalktı. Yapabileceği en iyi şeyin etrafında göz gezdirmek olduğunu düşündü ancak bakmak istemiyordu , bir şey onu bundan alıkoyuyordu..Çevredeki kuşların bile sesi kesildiğinde kafasında yine adamın sesini duydu.

" Elinden geleni yap Abaet...Her konuda serbestsin... "

Ve ses kayboldu...Kral dönerek etrafına baktı , bomboş bir düzlüktü bu. Ara sıra görünen tek tük ağaçların dışında sadece çimenler ve hoş kokuları vardı , normal çimenler gibi değillerdi. Öyle görünüyordu ama Kral özel olduklarını hissediyordu...Kokusundan mı ? Kim bilir...

Daha yeni ilerlemeye başlamıştı , kuş sesleri yeniden başlamış ona eşlik ediyorlardı. Birden bir çıtırtı duyduğunu sandı , hızla arkasına baktı ancak kimse yoktu , kınını kavramış eli gevşedi...Nasıl olacaktı ki...Bir düzlükte tek başına yürüyordu. Tabii kuşları saymassak...

İlerlemeye devam etti , düzlüğün az ileride bittiğini gördü. Adımlarını hızlandırıp yeşilliğin bittiği yere geldi , biraz aşağıda bir su birikintisi vardı. Yaklaştıkça bunun su birikintisinden çok bir nehre benzediğini fark etti...Üzerine akan şelale ona muhteşem bir görüntü sunuyordu. Suyun sığlaştığı bölgede Dünya'nın binbir rengini görür gibi oldu...Uzun süredir böyle güzel bir manzara izleyememiş olmasına yanarken ayakları onu buraya getirmişti...Nehrin suyunu tatmak için hafifçe eğildi ancak içmedi...İçinden bir ses bunu yapmamasını söylüyordu...Elini tam değdirecekken geri çekti , yavaşça ayağa kalktı. Geriye doğru adımını attığı anda suyun içinden yılanı andıran iri bir yaratık fırlayıverdi. Bıyıklarının yanındaki yüzgeçleri Kralı şaşırtmıştı ve hemen kılıcına davranmasına neden oldu , çekilen kılıcın şangırtısı nehirde dalgalar yarattı. Sadece sesinin bile suyu hareket ettirebilmesi Kralı umutlandırmıştı. Sırtındaki kalkanı hemen söküp sol eline geçirdi , artık hazırdı...

Kral yaratıktan bir hamle beklerken o suyun içine daldı ve Kral'ın tam önünde çıkıp iğrenç bir çığlık attı. Sesin şiddetiyle sarsılmış olan Kral bir metre kadar geriye düştü...Yılanımsı yaratık mide bulandırıcı dişlerini açığa çıkardı , zehirlenmişçesine yemyeşil kesilmiş dişler Kralın işini bitirmek için yola koyuldu. Son anda kalkanı kavrayıp önünü kapamayı başaramamış olsa Kral çoktan ölmüştü...Yanına düşen kılıcını aldığı gibi yere saplayıp destek alarak ayağa kalktı. Yılan bir kez daha daldı , Kral bu sefer kılıcını kalkanının ardında saklıyordu. Yaratık bu sefer önünde dikilmek için çıkmamıştı , hala suyun altındaydı. Kral kalkanıyla önünü kapatıp bekledi , suyun içindeki yaratık birden açığa çıkıp Kral'ın üzerine atıldı ancak bu sefer hazırdı. Tam zamanında kenara çekildi ve yaratığın koca başı Kral'ı ıskaladı. Başına kılıcını sapladı ancak bir işe yaramadı , kılıç yılanın tenine değer değmez geri sekti ve Kralın arkasına düştü. Şaşkın bir ifadeyle yaratığa bakan Kral bu sefer kalkanının sivri tarafını başına geçirdi. Aynı şekilde kalkan da geri sekmişti.

Hızla toparlanan Kral kılıcı ile kalkanını tekrar eline alıp kavradı , yaratık koca başını geri çekip yeniden nehre soktu. Onun da toparlanması birkaç dakika alacak gibiydi. Yapabileceği tek şey vardı ama bundan emin değildi , yeteneğini ortaya çıkarmasının vakti gelmiş miydi artık ? Ve tam o anda tüm düşüncelerini netleştiren adamın sesi kulaklarına geldi...

" Büyüyle yaratıldı ve ancak büyüyle yok edilebilir... "

" Elbette ! " diye haykırdı Kral " Zamanının geldiğini biliyordum... "

Zihninden kelimeler geçirdi ve okuduğu bütün kitaplar gözünün önüne geldi , hiç birşey bulamadığındaysa iki kelime hatırladı...

" Magia Flamma "

Gözleri aniden kılıca kaydı...Bunu yapmanın vakti gelmişti artık kılıcı havaya kaldırıp haykırdı.

" Magia Flamma ! "

Ancak hiç birşey olmadı. Tekrar , tekrar denedi ancak üçüncü denemeside başarısızlıkla sonuçlanınca umudu kesti...Umutsuzlukla sarsılan vücudu artık yok olacağına inanıyor gibiydi ancak o asla geri çekilmiyordu , daha genç bir prensken şövalyelik yeminini etmiş. Kral olduğundaysa tekrarlamıştı. Yemini ona geri çekilemeyeceğini söylüyordu , kılıcını daha da sıkı kavradı , kalkanı ona eşlik etti.

Yaratık bir kez daha ortaya çıktı ama bu sefer öncekilerden kat kat hızlıydı. Kralın kalkanına çarpmak üzere hızla yaklaşan Yılana karşı şimşekler çakan gözlerle bakarken kalkanını tutan eli istemsiz kasıldı. Büyülü kelimeler dilinden döküldü.

" Magia Flamma ! "

Tam o anda kalkan al bir alevle parladı , yaratığın başı çarptığı anda acıyla sersemlemişçesine yana devrildi. Darbenin etkisiyle kalkan paramparça etrafa dağıldı. Bir anda sağ elinde tuttuğu kılıcın da alevlenmesiyle umudu geri dönmüştü , bu hırsla Yılanın başına sıçrayıp kılıcını sapladı. Kılıç saplanan başını daha geri çekemeden kızıl bir alevle tutuşan yılanın vücudu paramparça etrafa dağıldı. Patlamanın etkisiyle geriye uçan Kral bir ağaca çarparak anca durabildi , gözleri kararırken son hatırladığı şey kanının yine çekildiğiydi...

11 Eylül 2009 Cuma

Serpentia Efsaneleri - 3

Geçmişin Gölgesi

" Gelecek mi !? " diye haykırdı Adorra , birkaç saniye önce şaşkınlığa bürünmüş yüzü şimdi daha da hüzünlüydü. " Rüyanda gördüklerin gelecek miydi yani ? "

" Değiştirebileceğimi söyledi... " diye karşılık verdi Kral... " Narissa'ya güvenmekten başka çarem yok...Adımlarımı dikkatli atmalıyım... "

Bu kısa ama hayret dolu diyaloğun ardından Kral yavaşça ayağa kalkıp yatak odasının geniş kapısını açtı ve önündeki salonları takip edip taht odasına girdi...Altın Taht karşısında duruyordu...Ağır adımlarla tahta doğru ilerleyip her zamanki gibi üzerindeki işlemeleri okşadı ve yavaşça oturdu. Bu sırada kapının çalındığını fark etti , içeri giren Gafron kralı selamladı.

" Majesteleri... " Eğilip kısa bir süre öyle kaldı. " Emriniz nedir ? "

" Emrim... " diye mırıldandı Kral. " Gece boyu bunu düşünüp durdum ve sonunda sağlıklı bir karar verebildiğimi düşünüyorum...Febribel şövalyelerini yanıma alıp Indunus tapınağına gidiyorum...Ben dönene kadar krallığın tüm yetkisi sana aittir , Sadece on şövalye benimle gelse yeter. Diğer on şövalye seninle kalacak...En kısa zamanda bir gözcü bölüğünü Kuzey suruna yolla , yeri değişen küçük bir taşı bile bize rapor etsinler. "

" Dikkatli olun Kralım...Indunus tapınağı ile ilgili anlatılanları biliyorsunuz... "

" Merak etme Gafron...Yapmanı istediğim birşey daha var , savaş çıkarsa hemen bana haber ver...Bunu nasıl yapacağını biliyorsun , kötülüğe karşı gücünüzü kullanmaktan çekilmeyin. Krallığı bölmeye çalışan herkes düşmek zorunda... "

Ve kral tahta bağlı olan kını çözüp eline alıp yeniden Gafron'a bakıp gülümsedi. " Adorra'ya gittiğimi söylemelisin , şimdi gidip ben söylersem gitmeme izin vermeyecektir. "

Ardından ayağa kalkıp Saray'ının geniş koridorlarını geçti...Dışarıya çıktığında tüm bu kötülüğe rağmen inatla açık olan havayı seyredip derin bir iç çekti. Birkaç adım daha atıp ilerledi , atı hazır bekliyordu. Gafron düşündüğünden de hızlı çalışıyor olmalıydı. Atın yelesini okşayıp mırıldandı.

" Usuth...Uzun zaman oldu eski dostum... "

Ve ata hızla atladı , üzerinde Kralı taşıdığını hisseden at büyük bir hırsla kişneyerek şaha kalktı. Bembeyaz yelesi havada sallanarak Kralın ellerini okşadı.

" Hala formdasın eski dostum , bu kesin. " deyip gülümsedi Kral. Uzun zamandır kimsede bulamadığı samimiyeti bir hayvanda bulmuş olması onu şaşırtıyordu. Toynak seslerinin eşliğinde Kale kapısına kadar ilerledi. On şövalyesi onu bekliyordu. Şövalyeleri bile hayran bırakan eşsiz bir ses tonuyla konuştu kral.

" Febribel şövalyeleri , Kral'ın muhafızları...Gideceğimiz yeri hepinizin merak ettiğini biliyorum , duyunca korkacaksınız belkide ancak yapılması gereken bu...Indunus tapınağına gideceğiz , orada yapmam gereken bir iş var...Kuzey'deki karanlığa karşı zafer kazanmak için bu şart...Şimdi gelmeyeceğim diyen varsa derhal geri çekilsin... "

Ancak şövalyeler kıpırdamadılar , tam aksine eskisine nazaran daha da dik duruyorlardı şimdi...Daha da gururla bakıyorlardı hayata , ne de olsa krala eşlik etmeye seçilen kişilerdi.

Utanmışçasına elini yüzüne götürüp başını salladı Kral... " Doğru ya...Sizin şövalye olduğunuzu unutmuşum... " Ardından gülümsedi ve eli kılıcının kınına gitti...Birkaç kelime mırıldandı.

" Atalarıma gösterdiğin gibi bana da yol göster... "

Ardından hiç olmadığı kadar ciddi bir yüze büründü ve haykırdı. " Peşimden gelin Febribel şövalyeleri ! "

Kılıcını gökyüzüne savurup atını şaha kaldırdı...

***

Şövalyeler kralı takip etmeye başlayalı üç gün olmuştu , evden ayrı geçen üç gün...Yine bir geceydi , yine küçük bir kamp kurmuşlardı...Şövalyelerden biri ortada oturmuş şarkı söylüyor , bir yandan kemanının tellerini konuşturuyordu. Her gece olduğu gibi çoşkulu savaş şarkıları söylüyor , güçlendiklerini hissediyorlardı. Yarın önemli bir gündü , hedeflerine varmış olacaklardı...O gece erken yattılar , ertesi gün savaşmaları gerekebilirdi. Bunu gayet iyi biliyorlardı. Kral çadırına gitti ve şövalyeler iki saatte bir değişerek ikişer kişi nöbet tuttular...

Şafakla birlikte yeniden yola çıktı şövalyeler. Sadece üç saat sonra Tapınak karşılarında göründü , Kral birden durup öylece baktı... " İşte hedefimiz şövalyeler , kapının önündeki birlikleri yok etmeliyiz. Bu gün için bileylenmiş olan kılıçlarınızı çekin ve saldırın ! "

Bu emirle birlikte tüm şövalyeler ve Kral atlarını hızla sürdüler. Kral at sürerken haykırmaya devam ediyordu. " Saldırın şövalyeler ! "

Girişte yirmi kadar insan vardı , Kalwareth'in kötülüğüyle zehirlenmiş gibilerdi...Şövalyeleri gördüklerinde hızla kılıçlarına davrandılar. Yerlerinde sabit dururken , iki elle kavradıkları kılıçları şövalyeleri karşılamak için hazır bekliyordu , normal hizmetkarlar değildi bunlar. Bu tapınağı koruması için özel askerler görevlendirmiş olmalıydı…Kalwareth böyle bir aptallığı yapmazdı…Şövalyeler yan yana ilerliyorlardı , ortada kral vardı. Daha birkaç saniye geçse de ilk çarpışma yaşanmıştı. Kral’ın atının çarptığı bir adam atın altında kalarak can verirken , şövalyeler sekiz rakibi etkisiz hale getirmişti. Kral’ın bölüğünden verilen tek kayıp bir şövalyenin atıydı. Yere düşen şövalye hızla doğrulup tehlikeden kurtuldu. Kral atıyla biraz daha ilerleyip önüne gelen bir adamın başını bedeninden ayırdı ve kuvvetli bir savaş narası attı. Bunun üzerine hırslanan şövalyeler var güçleriyle çarpışıp toplam iki at hariç hiç kayıp vermeden galip geldiler. Kral tüm ihtişamıyla ortaya çıktı yeniden , kana bulanmış kılıcını sıkıca kavrayıp atından indi.

“ Peşimden gelin ! Tapınağa giriyoruz ! “

Kral hızla tapınağa daldı ancak şövalyeler içeri giremeden kapı büyük bir çatırtıyla kırıldı. Şaşkınlıkla etrafına bakarken kafasının içinde bir ses duydu.

“ Ne istiyorsun !? “

Ses oldukça güçlü ve esrarengizdi ancak Kral bir kötülük sezmemişti , tam aksine bilgelik doluydu. Bu nedenle cevap vermekten çekinmedi.

“ Ben Abaet…Güney Krallığı Kralı ! “

Krallığının ismini vermek istememişti bir an , nedenini bilmiyordu…Bu sırada Tapınağın duvarlarında göz gezdirdi , duvar yazıları fazlasıyla eski gözüküyordu. Tozlu duvarlar ona oldukça çekici geliyordu , bilge ses yeniden duyuldu.

“ Neden geldin Abaet ? “

Bu ses ona delicesine tanıdık gelmişti , hemen yanıtladı.

“ Kötülüğü yok etmek için yardım istemeye geldim… “

Ve yine aynı kişinin sesini duydu , ancak bu karşısından geliyordu. Karşısında bir silüet dikilmiş duruyordu.

“ Kimsin !? “ diye haykırdı Kral. “ Yüzünü göster ! “

Adam kukuletasını yavaşça geriye attı.

“ Eskisi kadar nazik olmadığını görüyorum Abaet… “ ve duraksayıp eski duvarlarda bir göz gezdirdi , bir yandan gülümsüyordu. “ Eski dostum… “

Abaet şaşkın gözlerle ona baktı…

“ Vay canına ! “ dedi Kral. “ Vay canına ! Yıllar önce çekip giden biriyle burada karşılaşmayı düşünmüyordum açıkçası…Kalwareth için çalıştığını da öğrenmiş olduk…Dışarıdaki adamlarıda seni koruyordu herhalde…

“ Fikirlerin hala çok kolay değişiyor Abaet… “ dedi adam. “ Kalwareth’e çalışmıyorum , onlar beni burada tutsak olarak tutuyorlardı , istesem tek bir hamleyle hepsini etkisiz hale getirebilirdim…Ama doğru zamanı bekliyordum…Burayı geleceğini biliyordum Abaet , eninde sonunda gelecektin. Karanlığın karşısındaki tek şansın buydu…Her neyse bu kadar laf kalabalığı yeter , buraya ne için geldiğini de biliyorum…Geçeceğin testlerin sonunda umarım amacına ulaşabilirsin , tek başına gireceğin bu testler boyunca başka bir evrende olacaksın. Elindekini ardına koyma Kral…Sana umut bağlayan insanları hayal kırıklığına uğratma… “

Kral daha da doğruldu ve kılıcı ile kalkanını sıkıca kavradı… “ Görüşmek üzere D’rakar… “


5 Eylül 2009 Cumartesi

Serpentia Efsaneleri - 2

Çözülen Sırlar ( Son Ceza 2 )

Bir anda doğruldu adam , etrafına baktı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Gözlerini ovuşturduktan sonra kötü rüyasından uyanmış olduğunu anlayıp kendini rahatlamışcasına yatağa bıraktı , alnından dökülen terler yastığını ıslatmıştı...Yanına baktı , Adorra tüm güzelliğiyle ona bakıyordu.

“ Yine mi rüyalar. “ deyip yavaşça omzuna dokundu.

“ Bu en kötüsüydü , içimde berbat bir his var... “ deyip gözlerini kapattı adam.

Gözünün önüne gelen iri yılan resimleri ve tıslama sesleri onu korkutmaya yetmişti , bir anda beyninde çakan şimşekle beraber gözlerini açtı.

“ Gözlerimi bile kapatamıyorum , bu işten sıkılmaya başladım. “ dedi ve hışımla odadan çıktı. Uzun , geniş koridorları yavaş yavaş geçerken aklında gördüğü rüya vardı. Ne anlama geliyordu bu ? Yılanlar , geniş koridor , kızıl saçlı kadın ??? Onun için en kötüsüyse Adorra'nın başına gelenlerdi...

Son salona girmişti artık birbirini izleyen dört salona nazaran düşünceleri en çok burada yoğunlaşmıştı...Son salonun kapısını da açtı ve adımını attı. Karşısında altındanmışcasına parıldayan bir taht vardı. Dünya'nın bu zamanında daha iyisini hayal edemezdi... Yavaşça tahta ilerledi ve oturdu. Tahta bağlı olan kılıcı çekti , kuvvetli bir şangırdama sesi sarayda yankılandı..Bu kılıcı tutmak , Altın Tahtta oturmak...Ona öyle huzur veriyordu ki bu , belki de huzura erdiği tek yerdi burası... Yılların yıprattığı elleriyle tahtın kenarlarını okşadı. “ Regnum Remigare... “ diye mırıldandı. Tahtın adıydı bu...Altın Taht...

Birkaç dakikalığına düşünmek için başını geriye koydu ancak aralık olan kapıdan birinin girmesiyle irkildi. Muhafızların Lideri Gafron'du bu.

“ Sabah görüşmek istediğinizi söylemiştiniz , emirlerinizi dinliyorum kralım.. “ dedi ve hafifçe eğildi.

“ Öyle...” deyip kısa bir süreliğine duraksadı. “ Tekrarlanıyorlar Gafron... “ diye yanıtladı...

Muhafız şaşkınca suratına baktı. “ Rüyalar mı ? “ Kısa bir süre düşündü. “ Artık eminim kralım...Leydi Narissa ile görüşmelisiniz... “

İşte bundan korkuyordu...Kabusunun karşısına çıkacaktı , eninde sonunda yüzleşmeliydi bunu biliyordu. Ülkesindeki tüm erkekler gibi cesurdu. “ Öyle olsun. “ dedi. “ Hemen gitsek iyi olur , bu rüyalardan bıkmaya başladım... “ Bu kadar çabuk cevap verdiğine bile şaşıyordu...

Ve yavaşça yola çıktılar , yeniden aştıkları uzun salonların ardından eski bir kulübenin döşemelerini söküp altındaki merdivenden aşağı indiler , indikçe iniyorlardı. En sonunda irice bir kapıya vardılar. Gafron endişeyle konuştu.

“ Gözlerinin içine doğrudan bakmayın kralım...Her ne kadar kardeşiniz de olsa bu yeteneklerini üzerinizde kullanmayacağını göstermez... “

Kral ilk adımını attı , kadın karşısında dikiliyordu.

“ Seni bekliyordum Abaet... “ Gözlerinde ciddiyetle Krala bakıyordu.

“ Konuşmaya gelmedim Narissa... “ deyip karşılık verdi Kral

“ Rüyalar rüyalar...Hep aynı şey Abaet...Kurtulmak mı istiyorsun , bu soyumuza verilmiş bir ödül ! “

Adam şaşkınca kadına baktı , ne dediğini anlayamıyordu. Ne ödülüydü bu ? Daha ne işe yaradığını bile bilmiyordu. Bu onu meraklandırmıştı , bekleyen gözlerle kadına baktı. Kabuslarında başının etini yiyen , en büyük düşmanı olarak gördüğü kardeşi...

“ Seni izlediğim için kabuslarında beni gördüğünü bilmiyorsun değil mi Abaet ? “

Kral cevap veremedi , şaşkınca kadının yüzüne bakarken “ Acaba yapabilir mi ? “ diye düşünüyordu , düşündüklerini nereden bilebilirdi ki ! Delilikti bu !

“ Sen saçma sapan düşünmeye devam et sevgili kardeşim...Haydi yeteneğini anlamana yardımcı olalım... “ dedi ve arkadaki odalara doğru ilerleyip gözden kayboldu.

Kralın gözü Gafron'a kaydı. Ona hep yol göstermiş babasının baş komutanı Gafron'a...Ak saçlı başını yukarı aşağıya salladı Gafron...Ve Kral ilerlemeye başladı. Yavaşça ilerledikten sonra Narissa'nın onları beklediği geniş salona vardılar , uzun , kırmızı elbisesiyle tahta bir sandalyede oturuyordu , karşısında Kral için bir sandalye daha vardı. Yavaşça oturdu ve kadına baktı , elindeki kaşıksı aletle ahşap bir bardağı karıştırıyordu. Birkaç saniye sonra son derece berrak bir sesle “ İç... “ dedi. “ İç...Bu sana geleceği görmende yardımcı olacak...Bir süre sonra herşey netleşecek , eğer rüyaların sebebini anlamak istiyorsan...Beni dinlemek zorundasın... “ Adam çaresizce bardağı kafasına dikti , bir anda kafası geriye gitti ve yere düştü...Son hatırladığıysa Gafron'un onu tuttuğuydu.


Sonu görünmeyen uzun bir çölde yürüyordu , arkasında binlerce askeri yanında komutanlarıyla...Bunları o yapıyormuş gibi değil de , gökyüzünden izliyormuş gibi görüyordu.
Bir süre sonra karşısında bir karartı belirdi , uzakta olmasına rağmen sırıttığı belli oluyordu. Bir anda çoğalmaya başladı , ikiye , üçe , dörde bölündü , bölündüğü her parça işlemi devam ettiriyordu. Birkaç dakika süren bu olaydan sonra binekler huzursuzlanmış askerler korkmuşlardı. Karşılarında bir anda koskocaman bir ordu oluşmuştu. Yüzlerini kapatan cüppeleriyle ilerliyorlardı. Durduklarında aralarında elli metre ya vardı ya yoktu , hepsi birden Kral'ın gözünün içine bakarak cüppelerini çıkartıp attılar. Vücutlarının çeşitli yerlerindeki Yılan Dövmeleri hemen gözlere çarpıyordu. Birden gökyüzünden gelen bir şimşek Kral'ın tam önüne çaktı. Bir metre geriye uçup çölün yumuşak zeminini boyladı. Şimşeğin çaktığı yerdeki dumanlar yok olduktan sonra normal bir insanın iki katı boyunda ve iriliğinde biri ortaya çıktı , altındaki zırh hariç hiçbirşey giymiyordu. Kasları insanların gözlerini korkutmuş , cesur askerlerin kaçacak kadar kötü hissetmesini sağlamıştı. Alnından başlayan ve tüm vücudunu saran , inanılmaz uzunlukta kırmızı gözlü bir yılan dövmesiyle karşısındaydı.


“ Zavallı kral...Kalwareth'in karşısında durabileceğini...Gerçekten düşünüyor musun ? “

Kral yavaşça kalkarken şaşkınlıkla adama baktı. “ Banperoth...Ne yaptılar sana ! “

Adam şiddetli bir kahkaha attı ve ellerini kaldırdı , üzerine çakan şimşek onu alıp götürdü ve Kral'ın karşısındaki ordu şiddetle haykırarak hücuma geçti.

“ Kalwareth için !!! “

Kral arkasına dönüp askerlerine baktı ve “ Saldırın ! “ diye haykırıp ileri atıldı. Savaş alanında kendi tarafından bağıran tek kişinin o olduğunu anladığındaysa şaşkınlıkla arkasına baktı , tüm askerleri geri çekiliyordu. Dili tutuldu ve bu ihanetin karşısında hiçbirşey diyemedi...Şaşkınlığı geçtiğindeyse gördüğü tek şey Kalwareth'in ordusunun etrafını sardığıydı...

Tam burada görüntü karardı ve yeniden netleştiğindeyse bir tahtın önünde oturduğunu fark etti. Rüyasındaydı ! Karşısındaki kızıl saçlı kadının kardeşi Narissa olduğunu fark etmesi geç olmadı...Gerisi dün gece gördüğü rüyanın aynısıydı...

Rüyasını tekrar yaşadıktan sonra birden doğruldu , Gafron başındaydı...Karşısında oturan Narissa sırıttı. “ Adımlarını dikkatli at ve yeteneğini küçümseme Kral , değiştirmenin elinde olduğu geleceği görebiliyorsun... “

4 Eylül 2009 Cuma

Serpentia Efsaneleri - 1

Şafak daha yeni sökmüştü ama o yollardaydı , bir sağa bir sola sallanarak ilerliyordu. Yerleri süsleyen kum çıplak ayaklarını okşuyor , ara sıra denk gelen taşlar vücuduna ilginç bir his yaşatıyordu. Yorgunluğun hissi vücudunu kaplamış , zırhı üzerinde ağırlaşmıştı. Gerçekten devam etmeli miydi ? Son zamanlarda cevap duymak istediği sorulardan biri de buydu işte. Diğerleri daha da karışık...Cidden...Kaç saattir yoldaydı ? Karşılaşacağı korkunç iblisler kare kare gözünün önüne gelirken o vazgeçmeye yelteniyordu ancak son anda gözünün önündekiler tutuşuyor , sevdikleri aklına geliyordu...Bunu onlar için yapmalıydı...Kalbini dinleyen cesur bir savaşçı gibi...Devam etmeliydi...

Güneşin en tepeye çıkmasıyla öğlen olduğunu anlamıştı ancak artık mola vermesi gerekiyordu...Sırt çantasını yere bırakıp vücudunu yakıp kavuran Güneşin inadına kızgın kumlara uzandı ve matarasını kafasına dikip birşeyler atıştırdı...Çantasındaki son erzağını da tüketmişti. Ne bir yudum suyu vardı , ne de bir lokma yemeği...Geri dönüş için hiçbirşeyinin kalmayışı canını sıkıyor olsa da “ Belki birşeyler bulurum “ umuduyla rahatlıyordu. Kafasını koyduğu ağaç öyle yumuşak geliyordu ki...Ya gerçekten yumuşaktı , Ya da kafasını koyup yattığı onca taştan sonra yumuşak geliyordu. Buna daha fazla dayanamadı ve kendini uykunun kollarına bıraktı...

Bıraktığı yerde uyandı ve etrafına baktığında havanın kararmış olduğunu gördü. Yavaşça ayağa kalkıp silkindi ve sırt çantasını sırtına astı. Yeniden ve hızla yola koyuldu , hedefine çok yakın olduğunu biliyordu. Belki de düşündüğünden bile yakın...

On dakika ya geçmişti ya geçmemişti , artık son adımlarını atıyordu. Dördüncü adımını attı ve durdu , karşısındaki görüntü karşısında korkuyla irkildi. Dev gibi bir Tapınağın karşısında tek başına duruyordu , Piramit şeklinde olan tapınağın iki yanında uzanıp Tapınağı saran iri yılan heykellerinin ağızlarından kan damlıyormuş gibi gözüküyordu , ara ara oynayan kızıl gözleri adama korku salıyordu. “ Nasıl olur ! “ diyordu adam. Karşısındakiler sadece heykeldi , belkide o öyle düşünüyordu...

Tüm korkusuna karşı koyup Tapınağın önüne kadar ilerledi , sıcak havaya rağmen buz gibi bir rüzgar esti ve adamı dondurdu. Bir anlığına tir tir titreyen adamın korkusu katlanmıştı...Yavaşça başını Yılanlara çevirdi , ona bakıyorlardı ! Kızıl gözleri gittikçe ısındı ve kızardı , adam korkudan kendini Tapınağın içine attı. İçeriye girmesiyle sarsıntıların başlaması bir oldu , gittikçe arttı ve sonunda ağır bir yükün yere düşmesi gibi şiddetli bir sesin ardından durdu. Bunca sarsıntıdan sonra yere yığılmış olan adam yavaşça ayağa kalktı , bir yer hariç her yer karanlıktı. Görebildiği tek yer yeşilin soluk bir tonuyla ışıldayan kürsüydü , yavaşça ilerledi. Gözü kürsüdeki kitaba ilişti , sanki özellikle ayrılmışçasına bir sayfa açıktı. Kitabın solundaki sayfada birkaç satır yazıyordu , bir önsöz gibiydi.


“ Yılanların Tanrısına kulak verin...Kötülüğün sesi kulaklarınızı tırmaladığında... “

Gözleri sağ tarafa kaydı , fazlasıyla koyu bir kırmızıyla yazılmış bir kelime vardı...Kırmızının bu tonu ona kanı çağrıştırıyordu. Adam dudağını oynatarak okudu..

“ Kalwareth “

Kelimenin dudağında oynamasıyla bile odaya bir hüzün çöktü , tüm duvarlar birden yemyeşil kesildi ve etrafında yeşil bir alev çemberi oluştu. Büyük bir salondu bu ! Adam şaşkınlıkla etrafına baktı , salonun iki yanında iri sütunlar ve etrafına sarılmış yılanlar vardı , bunlar da heykel gibi gözüküyordu ancak gözleri kırmızı kırmızı yanıp sönüyordu. Arkasından bir ses duydu , aniden kılıcını çekip döndü. Gümüşten kılıcından çıkan şangırtı salonda yankılandı. Etrafındaki alevler büyüdü. “ Kim var orda ! ” Gözleri etrafı araştırmaya devam ederken sırtındaki kalkanı aklına geldi ve bağını çözüp kalkanı eline aldı. Saldırıya hazır bir pozisyonda sabit duruyordu , aniden sırtında bir tekme hissetti. Acı içinde bağırarak yüzüstü yere yığıldı , ateş çemberinin üzerine düştüğünden zırhı alev almıştı. Zırhı hızla çıkarıp yere attı ve çemberden uzaklaşmaya çalıştı , ancak takılan ayağı bir kez daha yere yığılmasına neden oldu , kendini toparlayıp kalkmak için ayağını atar atmaz arkasına baktı. Siyah bir cüppenin içinde kötülük dolu bir gülümseme...Bakar bakmaz buz kesildi ve elindeki kılıcı yemyeşil bir alev kapladı. Bir saniye bile geçmeden kılıç adamın elinde toz olup dağıldı. Bir anda haykırıp silüete bir yumruk savurdu. Ancak Silüet bir anda yok oldu , içinde bulunduğu duruma lanet eden adam sırtında bir tekme daha hissetti ve arkasında baktığında alnına yediği yumrukla yere yığıldı...Silüet ellerini havaya kaldırdı ve güçlü bir kahkaha attı. Her tarafından kan damlayan adam erimeye başladığını hissediyordu. Silüetin sesi ilk kez duyuldu , sesinde şiddetli bir tıslama dikkatini çekiyordu. Sanki arkasından yılan sesleri geliyordu.

“ Neden geldin... “

Adam cevap vermedi , buz gibi terliyordu çünkü. Silüet daha da öfkelendi , adamın karşısında katlanan cüssesiyle konuştu.

“ Bilmediğimi mi sanıyorsun ! “

Bu sesle sarsılan adam , kalkmaya çalışırken yeniden yere yığıldı. Konuşmaya çalışıyor ancak güçsüz kaldığından sözüne başlayamadan ağzını kapıyordu. Silüetin elleri ortaya çıktı , bembeyaz ellerinin üzerinde yemyeşil bir yılan dövmesi vardı. Soğuk elleriyle adamı uzun saçından tutup kaldırdı.

“ Ne yazık... “ diye söylendi. “ Ne yazık...Savunmasız bir insan neden buralara kadar gelir ki...Çok mu cesursun ? Yoksa çok mu aptal ? “

Bu sözlerin ardından aniden başını kaldıran adam Silüete kalkanını savurdu ancak kalkan karanlığın içinden geçip paramparça etrafa dağıldı. Silüetin içinden geçen kalkanın bir anda patlamasıyla tutan eli kıpkırmızı kesildi , adam acıyla yere yığılırken silüet bir kez daha saçlarını çekti. Bir kısmı kopan saçlarını daha da kuvvetli sarstı.

“ Cesaretinden dolayı gözümde yükseldin...Kalwareth için iyi bir kurban olacaksın...Artık adın...Banperoth... “

Ardından adamı saçlarından tutmuş sürükleyerek salondan çıktı...


Denir ki ; “ Kalwareth , yılanların efendisi kendine kurban edilenleri hizmetkarlarının arasına katar , nefes bile almalarına gerek kalmadan yaşamasını sağlarmış...Dünya'yı ışığa kavuşturmak için tek başına yola çıkan bu adam...Onun en ölümcül uşaklarından biri olmuş...Banperoth... “

3 Eylül 2009 Perşembe

Son Ceza

Sesler , sesler ve yine sesler...Kara sisler etrafında dans ederken o uyukluyor gibiydi , bir anlığına kafasını kaldırdı ve büyük bir salonda irice bir tahtın önünde oturduğunu fark etti...Tahtta daha önce hiç görmediği biri vardı. Kızıl saçları taze dökülmüş kanı andırıyor şirin yüzünün arkasında sakladığı karanlık onu korkutacak kadar çok etkiliyordu...Yinede bu silüetin kim olduğunu hala çözememiş , anlamsızca yüzüne bakıyordu...Bir süre sonra sesini de duydu , karanlık zindanlarda tamı tamına 5 yıl boyunca kırbaçın vücudunda şakırdamasından başka bir ses duymadan yaşadıktan sonra bu ses kulaklarına müzik gibi gelmiş yankılandıkça yankılanıyordu...

" Kalk ! " diye bir komut duyuldu.

Yavaşça ayağa kalktı fakat gözü yerdeki kara döşemelerdeydi. Ya gerçekten de karalardı ya da karanlıkta öyle gözüküyorlardı. Yinede birşey dikkatini çekmişti , tahtaki silüetin yüzünden başlayıp ayaklarının dibine kadar hafif bir ışık anlamadığı bir yerden geliyordu. Bu ışık sayesinde yerde bir simge keşfetmiş gibiydi , böyle birşey görmek onu ürkütmüştü. Yerde uzadıkça uzayan bir yılan şekli vardı ama gözleriyle takip etmeye çalışsada başaramıyordu çünkü kadının önü hariç her yer karanlıktı...

Bnları düşünürken aniden aklında bir şimşek çaktı , kadın simgeye baktığını görmüş olmalıydı , kafasını kaldırıp kadına baktı. Kızıl saçlarının birazı gözünün önüne düşmüş , bir tutam saçın arkasından hafifçe gülümsüyordu.

" Demek birşey keşfettin... " dedi karanlık silüet...

Oysa " Evet. " demek için ağzını açtı fakat hiçbirşey söyleyemeden geri kapattı. Birşey onu istediğini yapmaktan alıkoyuyordu. Aslında içinde bulunduğu mekanda pek rahat değildi. Salon sisle doluydu ve bunun nasıl olduğunu hala anlamaya çalışıyordu. Bir süre sonra adam sisten silüeti bile göremez oldu , sanki büyük bir alanda tek başına oturuyor gibiydi.

Bir süre sonra göremediği kadının sert sesini beyninde hissetti , aralarındaki sis perdesi dağıldı ve bu ona sağlam bir acı verdi. " Yüzüme bak ! "

Bu durumdan hiç hoşnut değildi ama sonunda çaresizce silüetin gözlerine baktı. Bir kadındı bu ! Kadın çılgınca bir kahkaha attı ve sesi tüm salonda yankılandı. Ardından ayağa kalkıp üstüne yürümeye başladı. Savunmasız adam kadının yaklaşan gölgesinin altında her adımda daha da küçülüyor , güçten düştüğünü hissediyordu. Acaba olabilir miydi ? Bu onun sonu muydu ? O korku dolu an zihninde canlandırabildiği şeylerin en iyisi ölümdü ve kulaklarına kurtuluşu çağrıştıyordu...Ardından kadın konuştu...

" Ahh..Zindanlarımdan birinde beş yıl boyunca çektiğin muhteşem acılardan sonra...Kurtulacağını düşünebiliyor musun ? "

O da düşünmüyordu aslında ama içten içe istiyordu. Buradan kurtulmayı , engin çayırların , puslu dağların ardındaki küçük kulubesine dönmeyi ve sonsuza dek sevdiğiyle yaşamayı...Her insan gibi onun da hayaliydi bu ve düşüncelere dalmıştı işte...Adorra'nın pamuktan yumuşak ve narin ellerini tutuyor , utançla yüzüne bakıyordu. Yıllar sonra evine döndüğünü sanmıştı ve yıllardır tatmadığı huzuru bir anısında bulmuştu lakin pek de uzun sürmedi. Kara bir ok Adorra'nın karnını deşti ve o gözlerinin önünde yere yığıldı. Şaşkınlıktan gözleri doldu ve etrafındaki her şey birden dağıldı. Yine karanlık salonda karanlığın kendisiyle başbaşaydı..Bu duygu yoğunluğuna daha fazla dayanamadı ve gözlerinden süzülen iki damla yaşı üzerindeki yıpranmış giysinin koluna sildi ve yine kadının tok sesini duydu.

" Ne yazık...Yeterince acı çektin Abaet , artık seninle olan işim bitti. Buna sevinmelisin , kurtuluyorsun... "

Ardından yavaşça yanına sokulup kılıcını çeken kadını izledi ve gözlerini kapatıp başına gelecek son şeyi beklerken dilinden dökülen birkaç kelimeyle Dünya'ya veda etti...


Namàrie! Mela en’ coiamin...

* Elveda hayatımın aşkı