4 Eylül 2009 Cuma

Serpentia Efsaneleri - 1

Şafak daha yeni sökmüştü ama o yollardaydı , bir sağa bir sola sallanarak ilerliyordu. Yerleri süsleyen kum çıplak ayaklarını okşuyor , ara sıra denk gelen taşlar vücuduna ilginç bir his yaşatıyordu. Yorgunluğun hissi vücudunu kaplamış , zırhı üzerinde ağırlaşmıştı. Gerçekten devam etmeli miydi ? Son zamanlarda cevap duymak istediği sorulardan biri de buydu işte. Diğerleri daha da karışık...Cidden...Kaç saattir yoldaydı ? Karşılaşacağı korkunç iblisler kare kare gözünün önüne gelirken o vazgeçmeye yelteniyordu ancak son anda gözünün önündekiler tutuşuyor , sevdikleri aklına geliyordu...Bunu onlar için yapmalıydı...Kalbini dinleyen cesur bir savaşçı gibi...Devam etmeliydi...

Güneşin en tepeye çıkmasıyla öğlen olduğunu anlamıştı ancak artık mola vermesi gerekiyordu...Sırt çantasını yere bırakıp vücudunu yakıp kavuran Güneşin inadına kızgın kumlara uzandı ve matarasını kafasına dikip birşeyler atıştırdı...Çantasındaki son erzağını da tüketmişti. Ne bir yudum suyu vardı , ne de bir lokma yemeği...Geri dönüş için hiçbirşeyinin kalmayışı canını sıkıyor olsa da “ Belki birşeyler bulurum “ umuduyla rahatlıyordu. Kafasını koyduğu ağaç öyle yumuşak geliyordu ki...Ya gerçekten yumuşaktı , Ya da kafasını koyup yattığı onca taştan sonra yumuşak geliyordu. Buna daha fazla dayanamadı ve kendini uykunun kollarına bıraktı...

Bıraktığı yerde uyandı ve etrafına baktığında havanın kararmış olduğunu gördü. Yavaşça ayağa kalkıp silkindi ve sırt çantasını sırtına astı. Yeniden ve hızla yola koyuldu , hedefine çok yakın olduğunu biliyordu. Belki de düşündüğünden bile yakın...

On dakika ya geçmişti ya geçmemişti , artık son adımlarını atıyordu. Dördüncü adımını attı ve durdu , karşısındaki görüntü karşısında korkuyla irkildi. Dev gibi bir Tapınağın karşısında tek başına duruyordu , Piramit şeklinde olan tapınağın iki yanında uzanıp Tapınağı saran iri yılan heykellerinin ağızlarından kan damlıyormuş gibi gözüküyordu , ara ara oynayan kızıl gözleri adama korku salıyordu. “ Nasıl olur ! “ diyordu adam. Karşısındakiler sadece heykeldi , belkide o öyle düşünüyordu...

Tüm korkusuna karşı koyup Tapınağın önüne kadar ilerledi , sıcak havaya rağmen buz gibi bir rüzgar esti ve adamı dondurdu. Bir anlığına tir tir titreyen adamın korkusu katlanmıştı...Yavaşça başını Yılanlara çevirdi , ona bakıyorlardı ! Kızıl gözleri gittikçe ısındı ve kızardı , adam korkudan kendini Tapınağın içine attı. İçeriye girmesiyle sarsıntıların başlaması bir oldu , gittikçe arttı ve sonunda ağır bir yükün yere düşmesi gibi şiddetli bir sesin ardından durdu. Bunca sarsıntıdan sonra yere yığılmış olan adam yavaşça ayağa kalktı , bir yer hariç her yer karanlıktı. Görebildiği tek yer yeşilin soluk bir tonuyla ışıldayan kürsüydü , yavaşça ilerledi. Gözü kürsüdeki kitaba ilişti , sanki özellikle ayrılmışçasına bir sayfa açıktı. Kitabın solundaki sayfada birkaç satır yazıyordu , bir önsöz gibiydi.


“ Yılanların Tanrısına kulak verin...Kötülüğün sesi kulaklarınızı tırmaladığında... “

Gözleri sağ tarafa kaydı , fazlasıyla koyu bir kırmızıyla yazılmış bir kelime vardı...Kırmızının bu tonu ona kanı çağrıştırıyordu. Adam dudağını oynatarak okudu..

“ Kalwareth “

Kelimenin dudağında oynamasıyla bile odaya bir hüzün çöktü , tüm duvarlar birden yemyeşil kesildi ve etrafında yeşil bir alev çemberi oluştu. Büyük bir salondu bu ! Adam şaşkınlıkla etrafına baktı , salonun iki yanında iri sütunlar ve etrafına sarılmış yılanlar vardı , bunlar da heykel gibi gözüküyordu ancak gözleri kırmızı kırmızı yanıp sönüyordu. Arkasından bir ses duydu , aniden kılıcını çekip döndü. Gümüşten kılıcından çıkan şangırtı salonda yankılandı. Etrafındaki alevler büyüdü. “ Kim var orda ! ” Gözleri etrafı araştırmaya devam ederken sırtındaki kalkanı aklına geldi ve bağını çözüp kalkanı eline aldı. Saldırıya hazır bir pozisyonda sabit duruyordu , aniden sırtında bir tekme hissetti. Acı içinde bağırarak yüzüstü yere yığıldı , ateş çemberinin üzerine düştüğünden zırhı alev almıştı. Zırhı hızla çıkarıp yere attı ve çemberden uzaklaşmaya çalıştı , ancak takılan ayağı bir kez daha yere yığılmasına neden oldu , kendini toparlayıp kalkmak için ayağını atar atmaz arkasına baktı. Siyah bir cüppenin içinde kötülük dolu bir gülümseme...Bakar bakmaz buz kesildi ve elindeki kılıcı yemyeşil bir alev kapladı. Bir saniye bile geçmeden kılıç adamın elinde toz olup dağıldı. Bir anda haykırıp silüete bir yumruk savurdu. Ancak Silüet bir anda yok oldu , içinde bulunduğu duruma lanet eden adam sırtında bir tekme daha hissetti ve arkasında baktığında alnına yediği yumrukla yere yığıldı...Silüet ellerini havaya kaldırdı ve güçlü bir kahkaha attı. Her tarafından kan damlayan adam erimeye başladığını hissediyordu. Silüetin sesi ilk kez duyuldu , sesinde şiddetli bir tıslama dikkatini çekiyordu. Sanki arkasından yılan sesleri geliyordu.

“ Neden geldin... “

Adam cevap vermedi , buz gibi terliyordu çünkü. Silüet daha da öfkelendi , adamın karşısında katlanan cüssesiyle konuştu.

“ Bilmediğimi mi sanıyorsun ! “

Bu sesle sarsılan adam , kalkmaya çalışırken yeniden yere yığıldı. Konuşmaya çalışıyor ancak güçsüz kaldığından sözüne başlayamadan ağzını kapıyordu. Silüetin elleri ortaya çıktı , bembeyaz ellerinin üzerinde yemyeşil bir yılan dövmesi vardı. Soğuk elleriyle adamı uzun saçından tutup kaldırdı.

“ Ne yazık... “ diye söylendi. “ Ne yazık...Savunmasız bir insan neden buralara kadar gelir ki...Çok mu cesursun ? Yoksa çok mu aptal ? “

Bu sözlerin ardından aniden başını kaldıran adam Silüete kalkanını savurdu ancak kalkan karanlığın içinden geçip paramparça etrafa dağıldı. Silüetin içinden geçen kalkanın bir anda patlamasıyla tutan eli kıpkırmızı kesildi , adam acıyla yere yığılırken silüet bir kez daha saçlarını çekti. Bir kısmı kopan saçlarını daha da kuvvetli sarstı.

“ Cesaretinden dolayı gözümde yükseldin...Kalwareth için iyi bir kurban olacaksın...Artık adın...Banperoth... “

Ardından adamı saçlarından tutmuş sürükleyerek salondan çıktı...


Denir ki ; “ Kalwareth , yılanların efendisi kendine kurban edilenleri hizmetkarlarının arasına katar , nefes bile almalarına gerek kalmadan yaşamasını sağlarmış...Dünya'yı ışığa kavuşturmak için tek başına yola çıkan bu adam...Onun en ölümcül uşaklarından biri olmuş...Banperoth... “

Hiç yorum yok: